YAŞAM…ÖLÜM.
YAŞAM… ve ÖLÜM.
“her nefis Mutlaka ölümü tadacaktır sonrada bize döndürüleceksiniz” diyor Hz. Kur’an. Ölüm lezzetleri gideren, insanın ağzının tadını kaçıran mutlak gerçek, mutlak eşitlik ve bu dünyada ahirete göç ederken yaşanacak olan ya mutlak özgürlük ya da mutlak esarettir. Ölüm dünya hayatının son durağı, ahiret yurdunun ilk menzilidir. Ölüm huzura ve dinginliğe açılan kapının anahtarıdır. Ölüm mezara giriş vizesidir. Kişinin asla kınanmasının veya övülmesinin fayda vermeyeceği tek haldir.
İnsan bu dünya hayatında acı tatlı her vaziyetin içinde olur ve o vaziyeti tadar. Ayrılıkları, kavuşmaları, ihaneti, sadâkati, vefayı, vefasızlığı ve aha birçok insanî hali bir gereklilik olarak yaşar ve yaşatır. İşte dostlar! Bütün bunları anlamlandıran, mayalayan ve hatta cem’ eden mutlak hakikat ‘ölümdür.’
Bu kaçınılmaz son nefes alıp veren her varlığın bir gün bu veya şu sebeple tadacağı çift yönlü bir lezzettir. Hz. Peygamber (sav) “dünya tatlıdır” diyor. Arapça ifadesi ile ‘hulva’ kelimesi, yumuşak, narin, şerbet gibi tadı olan anlamındadır. El-Hak dünya tatlıdır. Öyle ki Dünya insan ömrünün her aşaması için tatlı ve çekicidir. Hatta öyle bir tatlılıktır ki sup sulu bir tatlılıktır. Kıymetli düşünen burada kullanılan bu kelime dünya hayatını özetler aslında. Zira dünyada yumuşaktır, tatlıdır, şerbet gibidir. Ancak bütün bu lezzetler, içlerinde meyvenin çekirdeği gibi katı, acı veren bir gerçeği barındırır. İşte ölüm bu acının ta kendisidir. Ölüm, mahiyeti bilinse aralasa o soğuk yüzlü perdesini, emin olun dostlar, hiç kimse kalmak istemez, bizi ezen ve hor kullanıp her şeyimizi yutan şu fâni dünyada.
Ölüm soğuk yüzlüdür, evet. Ama şu iyi bilinsin ki, bu yüzün soğuk olmasına sebep olan, işte bu dünya hayatının gerçekte geçici olan ama bizlerin baki, kalıcı olacağını sandığımız lezzetleri ve bu lezzetlerden de tatmayı seviyor olmamız. Bizler dünyaya aldanıp, ölümün bu lezzetleri elimizden alacağını zannettiğimiz için, ölümün sözcüğü, kelimesi bile bize soğuk ve korkutucu geliyor. Haa! Bir de fıtratımız vaad edilene çok ilgi duymaz, fıtratımız eldeki bir zerre lezzeti vaad edilen tonlarca lezzete değişmez. Zaten bizi biz yapan ve dünyayı da bu kadar bize sevdiren bu peşinci zihniyetin al gülüm ver gülüm algılayışı ve anlayışı değil mi?
İnsan olgunlaştıkça dünya hamlaşır aslında. İnsan dünyadan kaçtıkça dünya arkadan koşar yetişmek ve kandırmak için. Dostlar! Anlayacağınız dünya şeytanın en büyük yardakçısıdır. Asla yakanızı bırakmaz son nefesinize kadar sizi kandırmaya çalışır. Buzunuzu eritmek için her şey yapar. Bize düşen aslında, ölüme mahkûm olan bu dünyayı ve içindeki fanileri terk etmek onlar bizi terk etmeden. Aksi takdirde mutlak gerçek geldiğinde çok keşkelerimiz çok ahlarımız olacaktır. Ve bunu hesabını çok ağır bir sorguyla vereceğiz.
Ey Müslüman! Ölmeden önce öl ve kendine gel! Dünyada yapıp ettiklerinin hesabını sana sormadan önce sen kendine sor ve kendini her akşam, yatağına girerken sanki bir gün mutlaka gireceğimiz mezara giriyormuş gibi hisset ve kendi kendine hesap sor. Fani olduğunu aklına getir ve titre ve ölümlü yüzüyle karşılaşacağın ana kendini hazırla…
Ve… Sor kendine ‘Muhammed Mustafa’ya’ kalmayan dünya, bana kalır mı? Kalır diyorsan artık sen dünyanın mal-ısın, dünya seni tepe tepe kullansın, hayrını görsün ve sen o zaman ölümü bekle ve gör… Ama bu dünya bana kalmaz, öleceğim diyorsan, o zaman şu ana kadar yaptıklarını Kur’an’a arz et, Kur’an’ın elediklerini sen de ele. Hayatını Hz. Peygamberin örnekliğine göre düzelt ve deki: Allah’ım ben kendime zulmettim, sen bana mağfiret edip affetmezsen ve merhamet etmezsen, ben zalimlerden olacağım, de ve içinde bulunduğun gaflet uykusundan uyan.
yoksa…. Ölüm var...
Tepkiniz nedir?