TEHLİKENİN FARKINDAMIYIZ!-1

TEHLİKENİN FARKINDAMIYIZ!-1

TEHLİKENİN FARKINDA MIYIZ!-1

Kıymetli Müslüman kardeşim!

Bizler Müslümanlar olarak, yaşadığımız bu dünyada, çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bizleri ötekileştirip köleleştirmek isteyen Garp Medeniyetinin mantığı, amacına ulaşmak için, çok çalışmakta ve büyük fedakârlıklar yapmaktadır.

Şöyle bir düşün Aziz Müslüman!

Gerektiğinde bir garplı sırf inandığı dünya görüşünü, anlayışını üstün ve egemen hâle getirmek için binlerce kilometre ötedeki evini barkını bırakıp, hiç tanımadığı bir coğrafyaya gidip, yıllarca orada yerleşip kalmayı ve belki de bir daha evine bile hiç dönmemeyi göze alabiliyor. Sence garplı bunu neden yapıyor? Aziz Müslüman, bir kere daha düşün. Bu soruyu tekrar ediyorum çünkü bu soru çok mühim. gel cevabını birlikte düşünelim:

 Yukarıda değindiğim cevaba devamla; çünkü o garplının inandığı bir dünya görüşü var, bu dünya görüşünü bütün dünyaya hâkim kılmaya çalışıyor. Dünya’yı kendi görüşünün yönetmesini istiyor. Ülkesinin ve evlatlarının mutluluğunu bu şekilde sağlanacağına inanıyor. Kendisi ve ailesi için doğrunun bu olduğuna inanıyor, bunun için ne gerekirse yapıyor ve yapacaktır da. Peki, Müslüman sence bu hedefini gerçekleştirmek için yaptığı mücadelede başarılı olabildi mi? Maalesef evet. Garplı yaklaşık olarak 300 yıldan beri, bu amacına ulaşmak için bütün gücünü kullandı ve neticede bu amacına ulaşmış görünüyor.

Garplının temel hedefi Kapitalist düzenini, emperyalist hedeflerle beslemek ve bu doğrultuda yetiştiği anlayış ve dünya görüşünü, dünyaya egemen kılmak. Garplı bir kültürle yetişen bir fert için, bu amacı gerçekleştirme yolunda yapacağı her şey mubahtır. Hatta bu bu mantığa sahip bir garplı için, kendi medeniyetinin mensubu dahil olmak üzere herkesin kanı, kapital (para=Menfaat) ediyorsa akıtılabilir bir sakıncası yoktur. Çünkü Garp Medeniyeti “insan insanın kurdudur” anlayışını, zihninin derinliklerindeki kodda kazımıştır. Bunun aksinin düşünmek bir yana hayal etmek bile muhaldir.

Bu anlayışa sahip olan Garplı Medeniyetin, güttüğü amacını gerçekleştirmesinin önünde var olan bütün engelleri acımadan ortadan kaldırdığını, tarih bize göstermektedir.  Birinci Dünya savaşı acı bir şekilde bunun ilk ve en açık örneğidir.

Şunu da net bir şekilde ayne’l-yakîn cihetinde biliyoruz ki, Garplı Medeniyetin yaşam kaynağı olan Kapitalin can damarı İslam coğrafyası(nda)dır. İslam Coğrafyası Garplının yaşam kaynağıdır. Can damarıdır. Bu coğrafya şu ya da bu şekilde her zaman her şeyi ile ona hizmet etmek zorundadır. Garp Medeniyeti bu coğrafyayı sadece ekonomik sâikler çerçevesinde değil daha farklı ama birbirine muhtaç sebepler çerçevesinde kaybetmeyi asla göze alamaz. Bunun için her yola tevessül etmiştir ve edecektir. Bu bereketli münbit ve kutsal bölge asla vazgeçilemez. Dikkat et Müslüman ortada konuşulan Senin Vatan’ındır.

Peki, biz Müslümanlar buna karşı ne yapıyoruz. Vahdetimiz olan birliğimizi, dirliğimizi ve iriliğimizi hayırhahlık minvalinde koruyabiliyor ve kullanabiliyor muyuz? Şayet vahdetimizi yani birliğimizi dirliğimizi ve iriliğimizi kaybedersek ne olacağını anlayıp görebiliyor muyuz?

Gelin birlikte var olan durumumuza bir göz atalım:

Aslından dünya Müslümanları arasında bir vahdetten bir dirlikten bir irilikten bahsetmek I. Dünya savaşından itibaren neredeyse imkânsızdır. İşin  daha da garip olan tarafı bu saydığımız özellikleri -belki kısa bir dönem hariç- kaybetmiş olmanın sıkıntısını da içimizde hissedip algılayamadığımızdan dolayı yaşayamıyoruz. Zira 250-300 yıldan beri İslam ümmeti tam manası ile narkoz yemiş gibi uyuşuk, yarı sersem bir vaziyette nerede olduğunu unutmuş ve nereye gideceğini bilmeyen bir vaziyet içindedir.

İslam Ümmetini bu hale kim mi soktu?

Tabi ki öncelikle bizden olan, samimi gafiller bizi bu duruma soktu! Ve daha sonra ki süreçte de bu gafletin evrilleştirdiği Hainler soktu ve sokmaya devam ediyor. İkincisi samimi olan Müslümanların dini yanlış anlamaları veya onlara dinin yanlı ve yanlış algılatılması meselesi. bir diğer yandan Bu süreci engelleyecek ‘büyük doğuların ve benzerlerinin’ sesinin yeterince çıkamaması, çıkarılmaması. Bir diğer sebep Müslümanların bu süreci engellemek için külli değil, cüz’i bir tarzda mücadele etmesi ve bu mücadelelerden Müslümanların birbirlerinin haberdar olmaması. Müslümanların düştüğü bu hengâmenin aşılması, bu hastalığın şifa bulması için doğru teşhis ve doğru ilacın kullanılamaması.  Çarenin pansuman tedbirlerinde olduğunun düşünülmesi ve ona yoğunlaşılması.

Halbuki bize lazım olan Kur’an’ın Önderliğinde Hz. Peygamberin bizim için kandilleşen Sünnetidir dünyayı algılayış ve yaşayışıdır. Ama zamanla bütün sorunlarımızın -hatta dünyanın bütün sorunlarının- tek çözüm yolu olan bu yol unutuldu, daha doğrusu unutturuldu. Biz, biz olmaktan utanır hale geldik. Sahip olduğumuz ve kodlarımızda var olan değerlerimiz ve bu değerlerin kaynağı dinimizi öteledik, küçümsedik hatta hakir bile gördük, bize lazım değil dedik. Halbuki dinimize ölürcesine susamış bir vaziyette debelenmekteydik. (hala da dinimizin susuzluğumuzu gidermesi için debeleniyoruz.)

Dostlar işin en acı tarafı ne biliyor musunuz?

Hâlâ aynı durum devam etmesine rağmen, bizler bunu önemsemiyor buna aldırış etmiyor olmamız. Bu bağlamda şunu da itiraf etmek lazım gelir; dünya sadece paçalarımıza bulaşmamış, dünya artık elbisemiz olmuş. (Bizler takva elbisesini bir kenara atmış insanlar olarak.) Korkumuz şudur ki bir gün dünyanın ruhumuz olacak olmasındır.

İşte o zaman ayetin dediği gibi;

“(Ey Muhammed!) Onlar (iman etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini ya da Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez. De ki: “Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”

Artık Müslümanlar olarak bizi çepeçevre kuşatan tehlikenin farkına varalım! Selam ve dua ile…

Tepkiniz nedir?

like

dislike

love

funny

angry

sad

wow