Küçük Ekrem’in hikayesi ( yaramaz çocuk Rafi’ b. Amr)
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde dedeler çocukken nineler bebekken çok eski zamanlarda ismi garip ve anlamı bilinmeyen bir köyde 10 yaşında Ekrem adında bir çocuk yaşarmış. Ekrem köyün en güzel yürekli çocuklarından birisiymiş. Ekrem Allah’ın yarattığı bu dünyada ki, bütün canlılara karşı büyük bir sevgi beslermiş. Zayıf halde olan hayvancıklara da büyük bir merhameti varmış. Bütün bunlardan dolayı köy ahalisi Ekrem’i çok severmiş. Ekrem köyünde, mutlu mesut bu şekilde çocukluğunu oyunlar oynayarak hatta oyunlar icad ederek geçirmekteymiş. çoğu zaman yeni bulduğu bu oyunları arkadaşları ile oynayıp onlarında, bulduğu oyundan memnun olmalarına çok sevinirmiş. Zaten bir çocuğun köy yerinde, her bir işi oyuna çevirmesi veya bulduğu her malzemeyi oyuncak haline getirmesi çok kolaymış. Ekrem çok zeki bir çocuk olduğundan, bulduğu basit bir eşyayı, bir çok çocuğun aklına dahi gelmeyecek bir oyuncağa çevirebiliyordu. Buna rağmen Ekrem en çok hangi oyunu seviyordu biliyor musunuz çocuklar? Hemen söyleyeyim size.
Ekrem’in en çok sevdiği şey köyünün hemen yanında bulunan merada ve o merada bolca buluna hendeklerde oyun oynamakmış.
Mera deyince aklıma geldi çocuklar, Ekrem’in ailesi köyde yaşayan her aile gibi hayvan beslermiş. çocuklar şunu unutmayı köyde yaşayan insanların mutlaka beslediği hayvanları vardır. İşte Ekrem’in ailesinin de besledikleri 8 tane inekleri varmış. Aslında Ekrem’in ailesi daha önceleri 12-13 tane hayvanları varmış. Ancak kıtlık içinde geçen bir yaz mevsiminden sonra gelen Kış Ekrem’lerin hayatını çok kötü etkilemiş. Şiddet bir şekilde geçen bu kıştan sonra Ekrem’in babası hayvanlara verecek yemi dahi bulamadığı için, hayvanların bir kısmını satmak zorunda kalmış. O kış Ekrem’in ailesi için çok zor geçmiş. Ekrem’in ailesi bırakın hayvanlara verecek yemi bulmayı, bazı günleri sadece kuru ekmek yiyerek geçirmek zorunda kalıyormış. Bu zor günlerin bir an önce geçmesini isteyen Ekrem, bir an önce baharın gelmesini ve etrafın yeşermesini çok istiyor ve bunun için de çok sevdiği Allah’ına dualar ediyormuş.
Bahar Ekrem’in köyüne geldiğinde ahalinin sevinci görülmeye değerdi. Ekrem’de baharın gelişi ile uzun zamandır unuttuğu gülmeyi tekrar hatırlamış. Çok sevdiği merada oynayıp gününü abisi ile birlikte güttüğü hayvanlarla oynayarak geçiriyormuş artık.
Köyün hayvanlarının yayıldığı bu mera köyden yaklaşık olarak 45 dakikalık bir yürüyüş mesafedeymiş. Köyün bütün çocukları mutlaka bu meraya gelir hep birlikte farklı ve eğlenceli oyunlar oynarlarmış. Bazen çelik çomak, bazen ip çekmece, bazen saklambaç. Anlayacağınız bu küçük çobanlar oyunlarına öyle bir kendilerini kaptırırlarmış ki, zamanın nasıl geçtiğini anlamazlarmış.
Yine böyle bir bahar gününde Ekrem Abisi ile Meraya gitmiş. Merada yine arkadaşları ile oyuna dalmış. Öğlen vakti Ekrem’in abisi Ekrem’i çağırmış ve ona şöyle demiş:
– Yusuf yüzlü kardeşim, bak sabah evden çıktığımızda annem bize azık koymayı unutmuş, gün çok uzun sen burada kalırsan açlıktan dolayı çok bitkin bir hale geleceksin, iyisi mi sen, benimle öğlen namazını kıldıktan sonra eve git. Evde annem sana Allah bize helal olarak ne verdi ise ondan yedirsin. Daha sonra sen istersen buraya tekrar gel, istersen köydeki arkadaşlarınla oyun oynarsın, demiş.
Ekrem hemen dudaklarını büktü ve ağlamaklı bir sesle:
– Ama abi ben yanında kalıp sana yardım etmek istiyordum, demiş.
Ekrem’in abisi: – itiraz istemiyorum , abisinin güzel yüreklisi, hadi bakalım yola koyul, demiş. Tam bu esnada Ekrem’in en yakın arkadaşı Halit görünmüş. Ekrem merakla hemen sormuş:
– Halid nereye böyle? demiş.
Halid’de:
– köye gidiyorum. yemek yeyip geleceğim, demiş.
Bunu duyan Ekrem çok sevinmiş. Çünkü kendisine bir yol arkadaşı bulmuş. Böylelikle Ekrem abisi ile öğlen namazını kıldıktan sonra, güzelce duasını etmiş, sonrada yola koyulmuş. Yolda giderken Halid, Ekrem’e şöyle bir teklifte bulunmuş:
– Ekrem, Hadi köye her zamanki yoldan değilde kavun tarlasının yanından geçen yoldan gidelim. Hem orada bekçi olmazsa, bir kaç tane kavun alır, sonrada yürüye yürüye yer, köyle öyle gideriz, demiş. Bunun üzerine Ekrem, Halid’i şöyle gözleri ile bir süzmüş sonrada, şöyle demiş:
– Halid bu senin söylediğin Hırsızlıktır ve hırsızlık çok kötü bir şeydir. Ben bunu asla yapmam. demiş.
Bunun üzerine Halid,
– Bu dediğim şeyin neresi hırsızlık canım, buna göz hakkı derler aslanım! demiş.
– Göz hakkı dediğin böyle olmaz Halid, demiş Ekrem. Sonra da şöyle devam etmiş:
– Ben Cuma Günü babamla, abimle camiye gittiğimde, orada İmam efendi göz hakkının, izinsiz bir şekilde bir başkasının tarlasına veya bahçesine girmek anlamında olamayacağını, izinsiz alına bir şeyin asla helal olmadığını, söylediğini duydum. Cami çıkışında da babama bunu sorduğumda babam bana, Peygamberimiz zamanında yaşana çok güzel bir hikayeyi anlattı, demiş Ekrem.
Halid hiç durur mu Ekrem ne olur bana da o hikayeyi anlatsana, demiş. Ekrem işi hiç naza çekmeden hemen anlatmaya başlamış.
Peygamber Efendimiz zamanında Medine’de yaşayan bir çocuk varmış. Bu çocuk çok mu çok yaramazmış. Mahallede herkes bu çocuktan illallah edermiş. Halid hemen atılmış, Ekrem ya, İllallah ne demek? Ekrem şöyle göğsünü kabartmış ve cevap vermiş.
– İllallah demek, bıktım artık senden ve yaptıklarından anlamıdadır, demiş. Sonrada ‘Halit bende benim sözümü kesmenden dolayı illallah diyor. Ekrem’in bu hazır cevabı karşısında Halit bir kahkaha patlatmış ve, Sen ne çok şey biliyorsun yahu arkadaş, diyerek şaşkınılığını gizleyememiş. Ekrem ben günde en az 20 sayfa kitap okuyorum akıllım, diyerek Halid’e cevap vermiş. Ekrem lafı fazla uzatmadan hemen hikayesine devam etmek niyyetindeymiş. Bunun için Halid’e, arkadaş hikayeyi anlatmamı istiyorsan sözümü lütfen bir daha kesme demiş.
Halid: – Özür dilerim bir daha kesmemeye çalışacağı, lütfen sen bana bakma devam et, diyerek hafifçe tebessüm etmiş.
Bunun üzerine Ekrem, çok Kitap okuyup babanın sohbetlerini çok dinlediği için, onurlanarak hikayesine devam etmiş.
Bak arkadaşım, Sevgili Peygamberimiz Medine’de yaşarken, bu çok yaramaz olan çocuğu bir çiftçi yakalamış ve kulağından çekerek Sevgili Peygamberimize getirmiş. O zamanlar Peygamberimiz, namazın kılındığı yer olan, Mescitte oturur, arkadaşları ile sohbet edermiş. İşte ne olduysa tamda namaz kılındıktan sonra olmuş. Adamın biri, bu anlaatığım yaramaz haşeri çocuğun kulağını tutmuş bir şekilde Mescide girmiş ve doğruca Sevgili Peygamberimizin oturduğu yere yönelerek yanına kadar gelmiş. Peygamberimiz, adamın çocuğun kulağından tutarak geldiğini görünce, hemen müdahale
etmiş ve: Çok kızgın görünen adama,
– Çocuğun kulağını bir bırak bakalım demiş. Adam:
– Ey Allah’ın Peygamberi ben bu çocuktan çok zarar görüyorum, bundan dolayı ben bu veletten şikayetçiyim, demiş.
Sevgili Peygamberimiz:
– Kızgın olan adamın gözlerinin içine bakarak, söyle bakalım, seni bu kadar kızdıran nedir?
Bunun üzerine adam anlatmaya başlamış:
Benim çok güzel bir hurma bahçem var, bütün mevsim boyunca sularım çapalarım, otlarını temizlerim ve daha bir çok şey yaparım. Bunları yaparım ki, bahçemden güzel ve bereketli ürün alabileyim. Ama bu velet, her gün geliyor benim bu bahçemde ki hurma ağaçlarını taşlayıp hurmalarını dökülüp bir kısmını yiyor diğer bir kısmının da ayaklar altında ezilmesine sebep oluyor, demiş çiftçi.
Peygamberimiz adamı büyük bir dikkatle dinledikten sonra, çocuğa yönelmiş onun göz hizasına kadar çökmüş ve ona:
– Çocuk, senin adın ne bakayım? demiş.
Çocuk:
– Benim adım Rafi’ tir, demiş.
Bunun üzerine Hz. Peygamber:
– Ey Rafi’, sen neden bu şekilde insanların ekinlerine zarar veriyorsun? diye sorunca, çocuk çok soğuk kanlı bir şekilde:
– Ey Allah’ın Elçisi, biz arkadaşlarla oyun oynuyorduk, o esnasında, acıktığımı hissettim ve o anda kenarında geçmekte olduğum, hurma bahçesini görünce, hurmaların güzelliğine dayanamayıp, bir kaç tane hurma yemek için taş attım. demiş. ilk iki taşı attım ve hurmaları bir güzel yedim. Ama 3. taşı atmaya kalmadan kulağımın şiddetli bir acı ile acıdığını hissettim. bir de baktım ki, bu kızgın adam kulağımdan tutmuş beni bir yerlere götürüyor. Sonrası sizin de bildiğiniz gibi burada bulunmaktayım, demiş. Olayı kendi üslubu ile anlatan Rafi’, orada bulunanları tebessüm ettirmiş. Ancak Hz. Peygamberimiz meseleyi bu şekilde anlayınca, çocuğa dönerek:
– Evladım bir daha sakın bir başkasının malına, mülküne, ekinine zarar vermeyesin. Şayet acıkırsan ve yiyecek bir şey de bulamazsan, o zaman hurma bahçelerindeki, hurma ağaçlarına git ve kendiliğinden yere düşenlerden alıp ye demiş, Sevgili Peygamberimiz. Sonra da Peygamberimiz o çocuğun başını okşamış karnını ovmuş ve ona şöyle dua etmiş:
– Allah’ım bu yavrunun karnını doyur, demiş.
Bunun üzerine Halid, Ekrem’in anlattığı bu hikayeden çok etkilenerek utanmış ve bir daha asla izinsiz bir başkasının malından bir şey almayacağına dair kendi kendine söz vermiş. Artık köye çok yaklaşmış olan bu iki dev adamdan biri olan Halid:
– Ekrem, o çocuğun tam adı neydi hatırlıyor musun? diye sormuş. Ekrem:
– O çocuğun adı Rafi b. Amr’dır, demiş Ekrem. iki arkadaşın sohbeti biterken bir de bakmışlar ki yol bitmiş köylerine varmışlar.
Halid, o günden sonra hem Cuma namazlarına gitmeye başlamış, hemde her gün 20 sayfa kitap okumadan asla yatmamaya gayret etmiş.
Böylelikle Ekrem ile Halid…
NOT: EVET ÇOCUKLAR, HİKAYEMİZİN BUNDAN SONRASINI SİZİN HAYAL GÜCÜNÜZE BIRAKIYORUZ. HİKAYEMİZİN SON PARAGRAFINI SİZDEN GELECEK OLAN EN GÜZEL SONLA BİTİRECEĞİZ. selam ve dua ile aklın, Allah’a emanet olun…
yazan: Ali İKİZ( ak-iz).
Tepkiniz nedir?